İslam Terbiyesi Bütünlük İster

Tarih: 2016-05-25 | Yazar : Seyyid Ahmed Arvasi | Kategori : Tasavvuf

     “Şeriat”, müminleri, dıştan, “tarikat” İçten “disipline ederdi”. Bu sebepten “medrese” ile “tekke ve dergâhlar” arasında bir “çatışma” değil, işbirliği esastı. Nitekim, dinimizin büyük “imamları”, bir taraftan “şeriatın” diğer taraftan “tasavvufun” üstadları durumunda idi. Bilfarz, İmam-ı A’zam Ebu Hanîfe Hazretleri, “fıkıh” sahasında üstad olmakla, kalmamış, zamanının en büyük velîsi olan Câfer-i Sâdık Hazretlerinden iki sene “ilm-i ledün” (ilâhî sırlara dair ilimleri) de tahsil etmişti. Yine İmam-ı Gazalî Hazretleri, bir önceki yazımızda açıkladığınız üzere, diri ve dünya ilimlerinde zamanının en büyüklerinden olduğu halde, kurtuluşu “tasavvufta” bulmuştu.

     Öte yandan, bütün İslâm Dünyasında “İkinci binin yenileyicisi” olarak tanınan yüce velî İmam-ı Rabbani Ahmed Farukî Hazretleri, “Şeriat” ve “Tarikat”ın bölünmez bir bütün olduğunu belirttikten sonra, “tasavvufun”, ancak “Şeriat” çizgisinde gelişebileceğini açıklar. Ona göre “Şeriata uymayan kimse Allah’a kavuşamaz.” (Bkz..273. Mektup) yine ona göre “Şeriattan kıl kadar ayrılan kimsede, ahval ve mevacîd hâsıl otursa, bu istidractır”. (Bkz. 78, 112, 184, 266, 273, 280, mektuplar).

     Bununla beraber, itiraf etmek gerekir ki, İslâm dünyasında bu hakikat, zaman zaman unutulmuş, yahut ihmal edilmiştir. Veyahut “ard niyetli” bazı çevreler İslâm’ı parçalamak üzere “medrese” ile “tekke”nin, daha doğrusu “şeriat” ile “tarikatın” arasını açmak istemiş ve ıstırapla belirtelim ki, çok defa da başarılı olmuşlardır. Böylece İslâm dünyasında, zaman zaman “tasavvufu inkâr eden şeriatçılar” (!) ve “şeriatı İnkâr ve ihmal eden tarikatçılar” (!) meydana getirebilmişlerdir. Bu sürtüşme asırlarca devam etmiş ve çok zararlı olmuştur.

     Sevgili şairimiz Yûnus Emre, bu bölünme ve çatışma karşısında hayrete düşmüş ve duygularını şöylece dile getirmiştir:

Mumsuz baldır şeriat,

Tortusuz yağdur tarikat,

Dost için balı yağa,

Pes niye katmayalar?

     Görülüyor ki, Yûnus Emre de tıpkı İmam-ı A’zâm gibi İmam-ı Gazalî gibi, İmam-ı Rabbani gibi “Şeriat ve tarikatın birbirine karşı olmadığını, bunların birlikte yürümesi gerektiğini en iyi bilen ve söyleyen gerçek bir müslümandır”. (Bkz. Yûnus Emre Divanı, Faruk K. Timurtaş, Tercüman 1001 Temel Eser, Sf: 31).

     Biz, müslümanların “şeriatçı” ve “tarikatçı” diye bölünmesini, büyük bir ıstırapla karşılarız. Tarihimizden öğrendiğimize göre tasavvufu reddeden “şeriatçılar” (!) yobazlıkla, şeriatı reddeden “tarikatçılar” (!) da zındıklıkla İtham edilmişlerdir. İş, bu kadarla da kalmamış, bu durum, “medreselerin”, hem de “tekkelerin” soysuzlaşıp yıkılmasına müncer olmuştur. Oysa sağlam, başarılı ve geçerli bir din terbiyesi, “şeriat” ve “tarikat”ın dengesi üzerine kurulabilirdi. Nitekim, bunu başarabildiği zaman İslâm Dünyası, büyük bir dinamizm içinde inkişaf ediyordu. Asla unutmamak gerekir ki, İslâm Terbiyesi sisteminde “kafanın, gönlün ve etin terbiyesi” birlikte yürütülür.

     “Türk-İslâm medeniyetinde, “Cami” mihveri etrafında kurulan “külliyeler”, hem “din ve dünya ilimleri”nin, hem “ruh ve beden terbiyesi”nin, hem de “şeriat ve tasavvuf hayatı”nın, bir bütün teşkil ettiği ulu müesseselerdi. Osmanlı Türk’ü, başarısını biraz da bu dengeyi sağlamak suretiyle kurabildiği kadrolara borçludur. Bugün bile, bu terbiye sisteminden çıkaracağımız pek çok ders vardır.




Etiketler: Tasavvuf,tarikat


Yazarın (Seyyid Ahmed Arvasi) Diğer Yazıları

  • İslâm terbiyesinde “medreseler” kadar “’tekkelerin” de mühim bir yeri vardır

  • “Şeriat”, müminleri, dıştan, “tarikat” İçten “disipline ederdi”. Bu sebepten “medrese” ile “tekke ve dergâhlar” arasında bir “çatışma” değil, işbirliği esastı. 

  • "Türk milleti, yeni ihtida etmiş bir millet değildir. O en az bin yıldan beri İslâm ile müşerref olmuştur.

  • Tasavvuf ve Terbiye

    2016-02-22

    İslâm’da “sofî” kelimesinin menşei etrafında mühim tartışmalar cereyan etmiştir. Bizi, bu tartışmalar pek fazla ilgilendirmemektedir

  • İki Kavram

    2016-02-17

    İslâm’ın iki mukaddes kavramı… “Şeriat” ve “Tasavvuf… “

  • İslâm'da din, itibari, milli, mahalli veya beynelmilel bir değer değildir. İslâm, bütün zaman ve mekânların dini olarak âlemşümuldur. 

  • Hür İnsan

    2014-02-18

    Sayılarda anlaşmak kolaydır da, kelimelerde ve kavramlarda anlaşmak zordur. Bu sebepten ilim adamları, matematiği yalnız bir ilim olarak değil, "metodoloji" olarak da ele almışlardır.  

  • "Düşünen insana" saygı duyulur. "Şartlanmış insan" saygıya değer bulunmaz. Düşünen insan araştıran, "hakikate" özlem duyan kimsedir. 

  • Bundan 40 sene önce idi.Ailece Erzurum'da oturuyorduk.Ben,ortaokul son sınıfta idim.Evimiz misafirsiz kalmazdı.Akraba, eş ve dostumuz az değildi.

  • “Seni çok özledik. Galiba, derin yaralarından kan sızarak şehadet şerbetini içmeye yaklaşan bir mücahidin, bir yudum serin suya iştiyakından daha fazla bir özlem içindeyiz. 

  • Biz, genç okuyucularımıza, Batılı düşüncenin esaslarını kısaca anlatacağız. "Vahyin aydınlığından" kaçarak kendi "idrakini" gerçeğin mihengi sanan, Nietzsche' (Niçe) nin "trajik adamı", yani bir bakıma Batılı filozof, saçlarını ve sakalını yolarak düşünüyor: Acaba bilginin kaynağı objeler (esya) mi, yoksa "insan zihni" mi? İşte, her rengi ile Batı filozofisinin dimağını eriten, çatışmalara sebep olan, koskoca "felsefe tarihini" meydana getiren "temel soru" bu olmuştur. Evet bilginin kaynağı, "objet" mi, yoksa "sujet" mi? Varlığın mahiyeti nedir?

  • Fikir Sistemi

    2013-04-18

    Ülkemizde, nasıl meydana geldiği ayrı bir tartışma konusu olan "kavram kargaşalığı" belası yüzünden, gerçekten anlaşmak zorlaşmıştır. Sistem, doktrin, program, plan, strateji.. gibi kavramlar içiçe girmiş, çok defa birbirlerinin yerine kullanılır duruma getirilerek zihinler karıştırılmıştır. Oysa, bunlar farklı şeylerdir.

  • Âlem, bir «Kitab-ı Ekber» (en büyük kitabı) dir. Yer ve gökler, bu kitabın sahifeleri, maddî, hayatî ve ruhî tezahürleri ile bütün varlık ve olaylar ise, bu kitaba yazılmış «mesajları» yahut Kur'an-ı Kerim'in ifadesi ile «âyetleri» ifade ederler. Bu büyük kitabın muhatabı da «düşünen insan»dır. Düşünen insanın rehberi de akla yol gösteren ve onu vahyin aydınlığında yürüten «Kitabullah» tır

  • Madde, hayat ve ruh, itibarî (relatif) varlıklardır, Mutlak Varlık ise sadece Allah...İtibarî ve izafî varlıklar, yokolan varlıklar demek değildir. Varlıklarını Mutlak Varlığa borçludurlar. O'nunla vardırlar, O'nunla varlıkta durmaktadırlar

  • Kur'ân-ı Kerîm'in muhatabı, herhangi bir kavim, zümre ve sınıf değildir. O, bütün âlemlere ve bütün insanlara hitap eder. Yüce Kitabımız'da sıksık« Ya! Ben-i Âdeme.» (Ey! Adem-oğulları) ve «Ya! Eyyühennasü» (Ey! İnsanlar) hitabına rastlarız...

  • Felsefe» ayrı şeydir. «Din» ayrı şeydir. Bunlar arasında fark bulamayanlar, ya cahildir, yahut ard niyetli...

  • İnsanlardan gayrı varlıklar, sanki bilmekten çok bilinmek için yaratılmışlardır. Onlar. insan gibi bilmenin çilesini yaşamıyorlar.

  • İnsanlığın içinde bulunduğu “ahvalı” düşündüm de Şanlı Peygamberimi ve 0’nun aziz kadrosunu özledim. Şu anda, hepimiz, o’na ne kadar muhtacız!

  • Bir milletin hayatında "aydınların" çok önemli bir yeri vardır. Bir millet, sayıca ne kadar çok, kültürce ne kadar zengin olursa olsun, kendine öncülük edecek "aydın kadrolara" muhtaçtır.

  • İslâm dini, kendinden önce gelen bütün peygamberleri tasdik eder ve hepsini saygı ile anar.Bununla beraber, Bu yüce peygamberlere ait tebliğlerin bozulduğuna ve artık işe yaramaz duruma getirildiğine inanır.

  • İslam'da Tasavvuf

    2012-12-28

    İslâm'da tasavuf, ne Budizmin «Nirvanasına», ne Hıristiyanların «mistisizmine», ne Yahudi'nin «kabalizmine», ne Auguste Comte'un «insanlık dinine», ne de Spinoza'nın «panteizmine» benzer. Böyle bir benzerlik arayanlar, ya cahil olmalı, yahut ard niyetli...