Seyyid Abdurrahman Kutub Arvasi

Anadolu'da yetişen büyük âlim ve velîlerden.İsmi, Abdurrahmân, babasının ismi Seyyid Abdullah'tır. Seyyid Abdullahın küçük oğludur. Âlim-i Arvâsî, Kutb-i Arvâsî, Abdurrahmân Kutub lakablarıyla da bilinmektedir. Zamânının kutbu idi. Hicrî on ikinci asrın ikinci yarısında Arvas'ta doğdu. On üçüncü asrın ilk yarısında vefât etti. Kabri Van'ın Hoşab (Güzelsu) kazâsındadır. Ziyâret olunur ve bereketlerinden istifâde edilir. Hacet sâhipleri murâdlarına, isteklerine kavuşur. Kutub olduğu zamanında ve sonraki zamanlarda hep tevatür halindedir. Hatta asrının irşad kutbu Seyyid Taha-i Hakkari hazretleri Kendisinden “Seyyid Abdurrahman Kutb” diye bahs ederdi.

Şeceresi şöyledir: Seyyid Abdurrahmân bin Abdullah bin Muhammed bin Muhammed Şehâbeddîn bin İbrâhim bin Âlim-i Rabbânî Cemâleddîn bin Kemâleddîn bin Kutub Muhammed bin Kâsım Bağdâdî'dir.

Seyyid Abdurrahmân, önce küçük yaşta kaybettiği babasından, onun vefâtından sonra da vaktin büyük âlimlerinden ilim tahsîl etmeye başladıYedi-sekiz yaşlarında iken Kur'ân-ı kerîmi hatmedip Arabî ilimleri öğrenmeye başladı. Kısa zamanda aklî ve naklî ilimlerle zamânının fen ilimlerinde büyük âlim, allâme oldu. Kadiri ve Çeşti kollarında mürşid-I kamil oldu. Ehl-I sünneti kuvvetlendirip şiiliğin ve bozuk itikadların bölgeye yerleşmesine engel oldu. Vaktin sultanı 2. Mahmud  kendisini çok sever , sayar, duasını istirham eder hususi hediyeler gönderirdi. Hediyelerden biri de bir cariye idi. Bunun kabri Abdurrahman hazretlerinin kabri yanındadır.

Dedelerinin yolunu devâm ettiren Abdurrahmân Arvâsî, zâhirî ilimlerde yükseldiği gibi tasavvuf yolunda da ilerleyip kemâle gelmiş, Kâdirî ve Çeştî kollarında irşâd sâhibi, zamanının mürşid-i kâmili olmuştu.Medresesinde talebe yetiştirmeğe başladığında, her taraftan akın akın yüzlerce hak âşığı huzûruna koştular. Sohbetleriyle şereflenip bereketli feyzlerine kavuştular. Kutubluğu icabı yeryüzünün neresinde müslümanlar kafirlerle harb ederse müslümanlara yardıma giderdi. Eşya bir duası ile altın olurdu. Su üzerinde yürür bir anda arzu ettiği yere Allah’ın izniyle giderdi.

Seyyid Abdurrahmân'ın ömrü, zâhir ve bâtın ilimlerini yaymakla geçti. Arvâs'taki ve Hoşab'daki medrese ve dergâhı dolup taştı. İstanbul, Hicâz, Mısır, Irak gibi memleketlerde çözülemeyen meseleler Abdurrahmân hazretlerine getirilirdi. Çevredeki bütün bölgeler, onun irşâd, yol gösterici nûruyla aydınlanmıştı. Bu sebeple Sultan İkinci Mahmûd Han ona çok hürmet gösterir, duâsını ister, husûsî hediyelerle selâmlarını gönderirdi.Pekçok kerâmetleri görülmüş olan Seyyid Abdurrahmân hazretleri zamânın beylerine, paşalarına mektuplar yazarak nasîhat ederdi. Bu mektuplardan bir kısmını uzak memleketlere de göndermiştir. İrisân beylerinden Emîr Şerefüddîn Abbâsî'ye yazdığı Fârisî mektuplar çok kıymetlidir. Bu mektuplardan birinde Muhammed Kerîm Han, Mustafa ve Feyzullah beylere selâm ve duâ etmektedir. Şerefüddîn Han, Seyyid Abdurrahmân'dan gelen başka bir mektubun sonuna; "Mevlânâ hazretleri bu mektubu bu fakîre 1778 senesinde göndermiştir. Musîbete sabretmek lazım olduğu ve sabrın kıymetini bildirmiştir. Birkaç ay sonra pederim Abdullah Han vefât etmiştir. Mevlânâ'nın kerâmetini buradan anlamalıdır." satırlarını eklemiştir.

Seyyid Abdurrahmân her sene üç-beş ay o havâliyi dolaşır, Vâz ü nasîhat ve irşâdla, halka İslâmın esaslarını anlatır, bilhassa bozuk mezhep ehline karşı hısn-ı hasîn (sağlam kale) vazîfesi görürdü. Bu yüzden memleketimizin sulhuna hizmeti çoktur. Çünkü onların olduğu bölgede bozuk îtikâdlı kimse bulunmazdı. Böyle âlim ve velîlerin Osmanlı Devletine hizmetleri bey ve paşalardan az değildi. Hatta hizmetleri kalıcı olduğundan daha çoktu denilebilir.

Seyyid Abdurrahmân, yakınlarından birini dünyâ malına muhabbeti sebebiyle yanından uzaklaştırmıştı. O zât da Beyrut'a gidip, zekâsıyla vâli olmuştu. Birgün kendisine; "Efendim! O yakınınız Beyrut'ta vâli oldu." dediklerinde; "O, ateşte yanmadı mı?" buyurdu. O günün târihini bir yere kaydettiler. Sonradan haber geldi ki, Beyrut vâlisi bir gece konağında çıkan bir yangın sebebiyle çocuklarıyla birlikte yanmıştı. Târihini sordular, Seyyid Abdurrahmân hazretlerinin onun hakkında söylediği günün târihini tutuyordu.

Seyyid Abdurrahmân hazretleri çok cömert olup, misafiri ve geleni gideni pek fazla olurdu.Bir gün hanımı ona; "Efendim gelenimiz gidenimiz çok. Beylerin, paşaların ve eşrâfdan olan kimselerin hanımları da geliyorlar. Büyük bir kapıya geldiklerini bildiklerinden çeşitli elbiseler, kıymetli entariler giyiyorlar. Benim üstümde ise hep bu entâri var. Mümkünse bir entâri daha yaptırsanız da arada bir onu da giysem." dedi. Seyyid Abdurrahmân hazretleri; "Sen git mutfağında bulunan teknedeki hamurunla meşgûl ol." buyurdu. Hanımı mutfağa girdi. Tekneyi hamurla değil, altınla dolu buldu. Koşup efendisine geldi, bir yandan ağlıyor, bir yandan da; "Beni affet, bundan sonar senden bir şey istemiyeceğim." deyip, özür diliyordu.

Birgün Abdurrahmân Arvâsî hazretleri sevenleri ve talebeleri ile Van Gölü kıyısında giderken, gölde bulunan Ahtamar Adasındaki Ermeni kilisesinden bir papaz çıkarak su üstünde yürümeye başladı. Abdurrahmân Arvâsî hazretlerinin talebelerinden bâzılarının hatırına; "Allah'ın düşmanı dediğimiz papaz su üzerinde yürüyor da, evliyânın büyüğü Abdurrahmân Kutub hazretleri acaba neden kıyıdan yürüyerek dolaşıyor?" düşüncesi geldi. Talebelerinin düşüncelerini anlayan Abdurrahmân Arvâsî hazretleri, ayakkabılarını çıkararak ellerine alıp birbirine çarptı. Her çarpışta papaz suya battı. Boğazına kadar battığı zaman son defa çarptı ve papaz tamâmen batıp boğuldu. Abdurrahmân Arvâsî hazretleri böyle düşünen bâzı talebelerine dönerek; "O sihir yaparak su üstünde gidiyor ve sizin îmânınızı bozmak istiyordu. Ayakkabıları çarpınca sihri bozulup battı. Müslümanlar sihir yapmaz, Allahü teâlâdan kerâmet istemekten de hayâ ederler." buyurdu. Kerâmeti ile papazın sihrini bozdu.
Ömrü boyunca ilim öğrenen, öğreten, insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların iki cihan seâdetine kavuşmalarına çalışan Abdurrahmân Arvâsî hazretleri Osmanlı-Türk devleti için büyük bir velînîmet idi. Hicrî on üçüncü asrın ilk yarısında vefât etti. Van'ın Hoşab (Güzelsu) nahiyesinde defn edildi. Kabr-i şerifi sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir.Kerâmetleri vefâtından sonra da görüldü. Abdurrahmân Tâgî (Tâhi) şöyle anlattı:

Babam Budağ Hanın yanında çalışırdı. O anlattı: Han, askerleriyle berâber Seyyid Abdurrahmân Kutub hazretlerinin kabri yakınlarına gelmişti. Mola verdikleri yerde, Yûsuf Efendi askerlerden ayrılıp, Seyyid Abdurrahmân'ın kabri başına geldi ve Seyyid hazretlerini kabrin üzerinde oturuyor gördü. Kendini görünce yüzünü çevirdi, başka yere bakmaya başladı, hiç iltifât etmedi. Yûsuf Efendi yüz bulamayınca, doğru askerin yanına gelip komutana silâhını ve elbiselerini çıkararak teslim etti. Silâhını teslim ettiğini gören Han, Yûsuf Efendiyi tehdîd ederek; "Bizden vaz geçersen seni Nirib nâhiye müdürlüğünden azlederim, evini oradan çıkarır seni öldürürüm." dedi. Yûsuf Efendi aldırış etmedi. Doğru Abdurrahmân hazretlerinin kabri başına geldi. Bu defâ kabrinin üzerinde oturduğu hâlde ona güler yüzle bakıyordu ve; "Mevlânâ Yûsuf! İlk geldiğinde senden yüz çevirmiştim. Şimdi ise yüzümü sana döndüm, tövbe et!" buyurdu. O da şimdiye kadar yaptıklarına tövbe edip Abdurrahmân hazretlerinin elini öptü. Ondan nasîhat alarak ayrıldı. O nasîhatlara uyarak mutlu bir hayat yaşadı ve han da kendisine hiç bir kötülük yapamadı.